Nihayet beklenen ittifak gerçekleşti. Yapılacak ittifakın maddeleri, dün basınla paylaşıldı. 26 maddeden oluşan bu ittifakta, yapıcı ve kalıcı bazı değişiklikler öngörülmekte. İttifakın bazı maddelerine ayrıntılı olarak bakıldığında, bu düzenlemenin seçim sisteminde köklü bir değişiklik getirdiği görülüyor. 26 maddenin hepsini burada ayrıntılı olarak açıklamam, hem zaman açısından hem de asıl konunun ana noktasına değinmem açsından zor gözükmekte. Şimdi, bazı maddeleri söylemem gerekirse:
Bu maddeyle, siyasi partilerin seçimlerde başka bir siyasi partiyi destekleme kararını almalarını yasaklayan hüküm kaldırılmakta. Seçimlerde ittifak yapacak partiler, seçim takviminin başlamasından itibaren en geç 7 gün içerisinde “ittifak protokolü” ile YSK’ya başvurmaları gerekiyor. Milletvekili sayısı, ittifak yapan siyasi partiler arasında aldıkları geçerli oy esasıyla dağıtılacak. Seçilme yaşı, 18’e indirilecek. Referandumda büyük tartışmalara yol açan, mühürsüz oy pusulaları sorununu da ortadan kaldıran bir maddeyle, üzerinde sandık kurulu mührü bulunmamasına rağmen YSK filigranı, amblemi ve ilçe seçim kurulu mührü bulunan zarflar ile üzerinde leke veya çizik bulunan zarflar dahi geçerli sayılır demekte. İhbar üzerine kolluk güçleri sandık başına gelebilecek. Seçim barajında, ittifakın oylarının toplamı sayılacak (21. 02. 2018, Habertürk. Com)Öne çıkan maddeler bunlar. Aslında, haftalar öncesinden beklenen bir sonuçtu. Hürriyet Gazetesi’nden Abdülkadir Selvi ve Gazete Habertürk’ten Muharrem Sarıkaya, mutabakatın şeklini, önceden az çok tahmin etmişlerdi. Bazı maddelere gelince, şimdiden tartışma konusu oldu bile. Özellikle, yukarıda değindiğim son madde, barajı geçemeyen partilerin meclise girebilmesinin önünü açmakta. Buna dönük eleştiriler de MHP’nin, baraj sorunu olduğu yönünde. Bence de var gibi. Dün itibariyle, bana yansıyan başka bir eleştiri de CHP Sözcüsü Bülent Tezcan’ın dile getirdiği, bunun bir “koalisyon” olduğu eleştirisidir. Bu konuda aynı fikirde değilim. Koalisyon, bu yapılandan çok farklıdır.
KOALİSYON DEĞİL
Türkiye, parlamenter sistem içerisinde koalisyonlarla 1960’dan sonra tanıştı. 1961 Anayasası’nın bir getirisi olan bu seçim sisteminin ilk koalisyon hükümeti, 20 Kasım 1961’de İsmet İnönü’nün liderliğindeki Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve Süleyman Demirel’in Genel Başkanlığındaki Adalet Partisi (AP) olmuştur. Bundan sonra, Türkiye’de ya tek başına sağ-liberal politikaları yürüten iktidarlar ya da sağ ve solun demokrasi çatısı içerisinde birlikteliğinin görüldüğü, koalisyon hükümetleri olmuştur (bazı dönemlerde de iki sağ parti de gelmiştir). 1982 Anayasası’nın %10’luk parti barajı, partileri zor duruma düşürmüş, tek başına iktidarın önünü bir anlamda açmıştır. Bu hala da devem etmektedir. Askerin, bu barajı getirirken dayandığı gerekçe ise 61 Anayasası’nın fazla özgürlükçü olması ve 1980 Darbesi’ne giden süreçte partilerin uzlaşamamaları sorunu (cumhurbaşkanını seçememeleri). Ancak, 1961 Anayasası’nın öngördüğü seçim sisteminin iyi yanları da yok değildi. Örneğin; dönemin Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Behice Boran, tek başına meclise baraj sorunu olmadığı için girebilmiştir. Şimdiki gelen sistem ise, yepyeni bir şey değerli dostlar. Tartışmaları bir kenara bırakırsak bunun neden koalisyon olmadığını anlatayım. Koalisyonlarda, her parti ayrı ayrı seçime girer, bir oy oranı alır. Tek başına 276 salt çoğunluğu yakalayamazsa (7 Haziran seçim sonrasını hatırlayın) o zaman, en yüksek oyu alan parti, meclise giren diğer partilerle koalisyon yapmaya çalışır. Bir anlamda bu koalisyonla, kendi ideolojilerinden ve politik duruşlarından vazgeçerler. Örneğin; rahmetli Bülent Ecevit, “Ortanın Solu” söylemiyle koalisyonlarla iktidara gelebilmiştir yıllarca. Şimdi ise, 2 parti (ya da daha fazla da olabilir) seçim öncesi bir araya gelerek ittifak aramakta. Çıkarları var mıdır derseniz? Elbette vardır. Her siyasi parti, bir çıkar güder ve iktidara gelmeyi amaçlar tabi olarak. Medyaya yansıyan eleştirileri ve spekülasyonları bir kenara bırakalım, değerli okuyucular. Burada, daha uzun vadeli bir plan var!
YÜKSELEN MİLLİYETÇİLİK SÖYLEMİNE, SİYASİ ALANDA MEŞRUİYET
7 Haziran sonrası, koalisyon olmadı. Herkes, Sayın Devlet Bahçeli’nin ne yapmak istediğini anlamaya çalışıyordu. Ben hala anlamaya çalışıyorum! Ama; bir şeyden eminim ki Sayın Bahçeli, dünyanın değişimini gördü. Dünya’da yükselen bir milliyetçilik, lider odaklı bir siyasete doğru evrim var. Türkiye’de bunun dışında kalamazdı. O gün yapmadığı koalisyonu, bugün baraj sorunu var ya da yok, koalisyon dışı bir ittifakla ideolojik ve politik duruş olarak yakın gördüğü bir partiyle yapmakta. Neden mi? Çünkü; Dünya’da yükselen bir İslami- milliyetçilik söylemi çoktan beri var da ondan. Türkiye’nin, sosyolojik gerçeği de aslında, bir anlamda yıllardan beri bu. Yani, burada sağ-muhafazakar söylemi bir araya getirirken, solu da öbür tarafta bırakıyor bu sistem. Buna, siyasi alandaki bir gerçeğe, resmiyet kazandırmak da denebilir. Bundan sonra, Dünya’daki diğer başkanlık ve cumhurbaşkanlığı sistemlerinde olduğu gibi, iki partili bir sisteme doğru evrim gerçekleşebilir. Anlayacağınız, küçük partilerin bundan sonra pek şansı yok gibi. Hele ki baraj sorunu devam ederken.
Mert KAPLAN