İlk bakışta şaşırtıcı olan bu kavrayış, yaşadığımız; zamanın akışına, kendimizi teslim etmiş olmamızın ifadesidir. Oysa devlet ve piyasa ortaklığında; devletin yetkilerinin piyasa bırakılması sonucunda, siyaset yerel kalmıştır. Yani ulusal pazarınız çok uluslu şirketlerin elindeyse, ekonominin gerçek tanımı da siyaseti yoğun haliyse, sizin devlet olarak yetkileriniz belediye hizmetlerinden öteye gidemez.
Ulus devlet piyasa ilişkileri (aslında çok uluslu şirketler devlet iş birliği) akışkan kimlikler yaratmıştır. Yaratılan bu “akışkan kimlik”, ulus devletin geçirdiği mutasyonun sonucudur. Bu kimlik karşısında ne sol ne siyasal İslam ne de milliyetçilik durabilmiştir. En azından, an itibariyle, gözlemlenen olgu budur.
Mevcut düzenleyici yapılar çok uluslu şirketlerin isteklerine göre şekillenmiştir. Temel yapılar böyle oluşunca, ona uygun olan akışkan kimlik tarafından onaylanmıştır. Amerika ve siyasal İslam anlaşmazlığının temel noktası da budur. Yetkilerimi elimden alma kavgasıdır. Oysa çok uluslu şirketler ile yürütülen iş birliği, iktidarın kendi yetkilerini kendisinin, çok uluslara devretmesiyle daha baştan elden gitmiştir.
Çok uluslu şirketlere devredilen ulus devlet yetkilerinin yeniden ulus-devlet tarafına geçmesi; devrimin işidir. Yetkileri devredenler yetkileri geri alamaz. Böyle bir toplumsan anlayışta, yoksulluk “sosyal artık” olarak algılanır olmuştur. Hatta yoksulluk bir suç haline gelmiştir. Ve ulusal güvenlik konularının içine sokulmuştur. (CIA raporları) İhtiyaç yaratma, talep yaratma ve zenginlere yeni kaydi para üretme fırsatı; finans üzerinden sömürü alanı oluşturma sistemin ana unsuru olmuştur. Çok uluslu yani uluslararası olan devlet düzenlerinde, finans sistemi borçlandırma makinesidir. Hem devleti borçlandırır. Hem hane halklarını borçlandırır. Borçlu yaşayan kimlikler uyuşturucu müptelası gibi borçla yaşamayı öğrendiğinden, başka yaşam biçiminden korkar hale gelmiştir. Devlet için de aynı durum geçerlidir.
Böylece siyasetin anası; uluslararası olanıdır Ulus devlet yöneticilerine, çok uluslu şirketlerin taleplerine uymak kalır. Eğer çok uluslu bir şirket gelmiş ve Kaz Dağlarından altın çıkaracağım demişse, devletin fazlaca diyeceği bir şey kalmamıştır. Bu anlamda asıl kararları alanlar veya karar vericiler çok uluslu şirketler olunca, ulus devlet yöneticilerine de yerel siyaset kalır.
Soruyu şöyle sorsam ne dersiniz? Piyasa diktatörlüğü mü, devletin diktatörlüğü mü?
Biliyorum bu soruya çok kızdınız ama… Bana da “motor uçağı dışında iyi” demek kalıyor.
Siyaset Yerel Bir Unsur Olmuştur
Paylaş