Küreselleşme ile birlikte sermaye, var olan kapitalizmi bir başka boyuta taşıdı. Finansallaşma denilen bu modelde, sermayenin önündeki tüm kurallar kaldırıldı. Adına da kuralsızlaştırma denilmişti.
Sermaye kendini daha da büyütebilmesi için piyasa içindeki dolaşımını hızlandırması gerekiyordu. Kuralsızlaştırma, bir başka deyişle, sermayenin kendi koyduğu kurallarla yönetilen bir ekonomi demekti.
Kuralsızlaştırma, finans piyasalarını, spekülatörlerin kolayca kullanacağı bir alan haline soktu.
Bu üretim modelinde, üretimin bileşenlerinden olan emeğin, sermaye karşısında, savunanı hemen hemen yok gibiydi. Hatta hane halklarını da insan sermayesi adı altında emeğini borsaya satan kişilere dönüştürdüler.
Sermaye var, insan yok, gibi bir dünya oluştu.
Bu ekonomide, artık sermayeye karşı kural koyacak bir devlet kalmayınca, hatta sermaye, ekonomiyi kötü yönetip, kendisi de zora düştüğünde, devletin gücünü de sermayenin arkasına koymak siyasetin mecburiyeti oldu.
Devlet küçülüyor. Sermaye ise devlet karşısında büyüyordu. Ne zaman finansal krizler aralıksız dünya devletlerinin üzerine çöktü, bu modelin devamı zora girdi.
Zaten bu model, sadece gelişmiş ülkelere yarıyordu. Çünkü onlar sermaye birikimi tamamladıkları için, sermaye ihraç edebiliyorlar. Ve sermayelerini de daha da çoğaltıyorlardı. Belli bir zümre sınırsız bir şekilde zenginleşirken, işsiz kitleler borç kölesi olarak yaşamak zorunda bırakıldı.
Hatta, kontrolsüz bir biçimde para ve kıymetli kağıtlar satarak, olmayan servetlerini de başkalarına borç diye verdiler.
Ekonomik değeri olan veya olmayan her şeyi menkul kıymetleştirerek, kredi adı altında, kendilerinden daha dar sermayesi olan kurum ve kuruluşları borçlandırdılar.
Kredi yoluyla borçlanmak kural haline geldi. Elin oğlu karşılıksız olarak bastığı dijital paralarla, dünyayı borç batağının içine soktu.
Karşılıksız para üretme öyle büyük boyutlara geldi ki, ABD gibi bir ülke çıkmaza düştü.
Karanlık bir bankacılık sistemi ortaya çıktı. Spekülatörlerin oluşturduğu fonlardan borç alan ülkeler ve kişiler borç kıskacına girdiler.
Lozan Antlaşması sürecinde, Osmanlının Borçlarının genç Cumhuriyetin nasıl da zorlanmasına sebep oldu biliyoruz.
2007-2008 ABD krizi; ipotekli konut kredisi destekli menkul kıymetleri satın alan yatırımcıları, nasılda yaşayamaz hale getirdiği hafızalardadır.
Önümüzdeki yıl ABD’nin 2008 krizinden daha büyük bir krize gireceğini herkes biliyor. Lakin kimse düzene toz kondurmuyor.
1985 yılında, Amerika’da dolar %55 devalüe edilmişti. Ensesi kalın Nobel Ödüllü Paul Krugman, krizden iki gün önce verdiği beyanatta, Amerikan ekonomisinin hiçbir sorunu olmadığı yolunda beyanatlar veriyordu.
Bu durum kulağımıza küpe olsun. Ekonomi tıkırında diye beyanatlar veriliyorsa, bilin ki kriz yakındır.
Borçlar, oracıkta, ödenmemiş olarak duruyorsa, krizden çıktık diyenler sadece güven sağlayabilir miyiz telaşındadırlar.
Borçların ödendiğine ve yeni borç alınmadığına, insanlar inanırsa, işte o zaman kriz bitiyor diyebiliriz.
Borç dost değil düşmanıdır. Türkiye’nin en büyük düşmanı borçlarıdır.