Mart ayının başında günlük rutin yaşam döngümüz yeni tip koronavirüs (Kovid-19) açıklamalarıyla bir anda ters yüz oldu. Akabinde ilgili bakanlıklardan gelen genelgeler doğrultusunda kısmen kişisel yaşantımızı izolasyona aldık. Kovid-19 etkisi esasında mekân kavramının anlamsızlaştığını somut biçimde yansıtıyordu. Çin’de yaşanan bir sağlık sorunu bir anda tüm küreyi etkisi altına alan bir pandemiye dönüşebiliyordu.
Çin’in Hubey eyaletine bağlı Vuhan kentinde 2019 yılının son aylarında ortaya çıkan bu virüs Şubat ve Mart aylarına gelindiğinde kürenin geri kalan bölgelerine doğru yayılmaya başladı. Resmi olarak SARS-CoV-2 olarak adlandırılan, kamuoyunda koronavirüs olarak bilinen Kovid-19 salgınında 7 Nisan itibarıyla yaklaşık 1 milyon 350 binden fazla kişi enfekte olmuş durumda. Hastalığa yakalananlardan 293 bininin iyileşmesine rağmen 76 bine yakın insanın hayatını kaybetmesi ve bulaşıcılığının yüksek olmasıyla salgın küresel bir krize dönüştü.
Bireyleri etkileyen bu hastalık, devletleri ise iki yönüyle sarsıyor. Devlet ve vatandaş arasındaki ilişkinin istikrarlı yürütülmesi her iki tarafın da en önemli siyasi ve ekonomik konuları olarak öne çıkıyor. Vatandaşlar devlete ekonomik faaliyetlerinden elde ettikleri kazançlar sonucunda vergi ödüyorlar; kamusal faaliyetlerin devam etmesi için vatandaşların vergi ödemesinin devam etmesi gerekiyor. Devletler ise bu sürecin düzgün yürümesi için makro süreçleri (üretim, güvenlik, sağlık) iyi koordine etmeleri gerektiğinin farkındalar. Kovid-19 kriziyle kitlesel ölçekte enfekte olmuş nüfusla kaynak dağıtımını nasıl yapacakları konusunun devletlerin sürecin başında bocalamalarına neden olduğu görülüyor. Bununla ilintili olarak Mart ayının başında ulus devletler bu küresel salgının meydana getirdiği sistemik ve yaygın tahribata büyük ölçekli meblağları içeren kurtarma paketleri açıklayarak cevap verdiler. Bu aslında hükümetlerin veya devletlerin kriz konusunda oldukça hazırlıksız ve yetersiz olduklarının bir göstergesiydi.
Ulus devletlerin krizi esasında devlet ve toplum arasındaki sözleşmeyi yeniden şekillendirecek bir potansiyel taşıyor. Kovid-19 salgını merkez kapitalist ve liberal devletlerin büyük bir kriz anında büyük finansal araçlar haricinde ortaya fazla bir şey koyamadıklarını ifade etmesi açısından önem taşıyor. Bu ise devlet ve toplum arasındaki ilişkinin “rant dağıtıcı devlet” modelini hatırlatıyor. Petrol zengini ülkelerdeki yönetici elitler halkın kitlesel siyasal ve toplumsal taleplerini geri plana almak ve rızalarını elde etmek için devletin kaynak dağıtım mekanizmalarını olabildiğince cömertçe kullanıyorlardı. Şimdinin kurtarma paketleri ise biraz bu durumu hatırlatıyor. Kovid-19 ile zarar gören işletmelere ve onlarla çalışan işçilere sürecin idare edilebilir olduğu mesajı veriliyor. Bu sürecin toplumsal mobilizasyonlara evrilerek, siyasetin yerleşikliğine kurumsal ve elit düzeylerde meydan okunacak düzeye gelmesinin ulus devletlerin şu an üzerinde durdukları temel güvenlik meselesi olarak öne çıktığını söylemek mümkün. Kovid-19 salgınının bu yönüyle krizi doğuran değil, krizi oluşturan potansiyel dinamikleri hızlandıran bir etkiye sahip olduğu söylenebilir. Bu yönüyle de kendi tarihsel, kurumsal ve kültürel yapısına göre her ülkenin bu süreci farklı deneyimleyeceği söylenebilir.
Öte yandan söz konusu salgın, kürede yaşayan çoğu kişinin benzer duygu kümesinden beslenmesine yol açtı. Bu süreç internetin, özellikle sosyal medyanın da yardımıyla, bireylerde ölümün eşitleyici ve birleştirici motivasyonlarını olgunlaştırdı. Ölümlerin herhangi bir kişi ve örgüt kaynaklı olmayışı bireylerde bu tehdide karşı geliştirilen tepkinin içeriğinin belirlenmesi açısından önem taşıyor. Virüsün ulus, etnisite ve sınıf kompartımanlarını aşması, geliştirilen tehdidin yansımasının da bu sınırlamaları aşacak şekilde tanımlanmasına yol açıyor. Bu sürecin siyasi çıktıları bu minvalde değerlendirilebilir. Merkezde yer alan ABD, Almanya ve Fransa gibi ülkelerin vatandaşlarının çoğu, devletlerinin sağlık merkezli bürokratik organizasyonlarının teknik ve kadro açısından yetersiz olduğunu gördüler. Bu durum ABD ve Avrupa’da iktidarda olan sağ popülist liderlerin orta vadede zayıflamasına yol açacak bir gelişme olarak da görülebilir. Mesele, liderlerin ateşli söylemleriyle sahadaki gerçekliğin uyuşmazlığından kaynaklanıyor. Pratik, etraflı ve kapsayıcı çözümler teknik bilginin ve uzmanlığın önemini bizlere bu minvalde hatırlatıyor. Popülist liderlerin elit-karşıtı tutumları ve ulusçu söylemleri, Trump yönetiminde görüldüğü gibi, kozmopolit teknikerlerin ve teknokratların sistemden uzaklaşması sonucunu doğurmuştu. Küresel pandemideki aciliyet hali, tüm ülkelerde teknik bilginin hızlı mobilizasyonuna olan ihtiyacı belirginleştirdi. Beyaz Saray’ın günlük yaptığı bilgilendirme toplantılarına bakalım. Kovid-19’la mücadelesinde Başkan Trump, Amerikan halkıyla kendisi arasında güven bağını sağlamlaştırmak için alanında uzman teknokratlardan ve bilim adamlarından yararlanıyor. Bunun ötesinde onların açıklamalarına ihtiyaç duyuyor. Halktaki korku halinin yönetilebilmesi siyasi liderler için bu nedenle bugünlerde önem kazanmışa benziyor. Vatandaş ise işin uzmanı kişilerden salgının kontrol altında olduğunu belirten rakamlarla desteklenmiş istatistiklere her gün ihtiyaç duyuyor. Görünen o ki, sıradan insanlar için söylemin gücü kendisini rakamların kesinliğine teslim ediyor.
Algılarımızı, inançlarımızı ve hareketlerimizi yeniden şekillendiren Kovid-19 salgını gündelik siyasetle olan ilişkilerimizi ve beklentilerimizi de değiştiriyor. Kendi kendine yeten birey modeli artık etrafımızdakilerin de sağlıklı olmasını beklediğimiz yeni bir toplumcu eksene bizleri itiyor. Kendi dar alanlarımızı iyileştirmenin ve ilerletmenin yaşam kalitemiz için yeterli olmadığını bu süreçte idrak ettik. İşçiler, kuryeler ve çalışanların dünyası da artık bizler için önemli oldu. Sağlığın kamusal bir düzeyde yürütülmesiyle başlayacak olan bu talebin, insanları genel bir alan olarak ortak iyiyi bulmaya ve inşa etmeye iteceğini söyleyebiliriz. Burada öne çıkan temel soru; ulus devlet formu içinde olgunlaşan iktisadi liberalizm ve onun siyasi uzantısı olarak demokrasinin yerini hangi iktisadi ve siyasi kavramların yer alacağıdır. Tercihim cumhuriyetçilikten yana. Cumhuriyetçiliğin klasik şekliyle gündemimize gelmeyeceği eklenmeli. Temel beklentim cumhuriyetçiliğin siyasetin popülist ve yerleşik uçlarına makul ve pratik bir üçüncü yol olarak ayrışacağı. Cumhuriyetçiliğin, siyasetin Makyavelist tarzının krizine; ekonominin kronik finansal kökenli krizlerine; jeopolitiğin genişlemeci ve yayılmacı doğasına dengeleyici ve hakiki bir siyasi alternatif metodu olarak öne çıkacağı yönünde tahmin yürütüyorum. Yukarıda vurgulandığı gibi Kovid-19 esasında mevcut küresel siyasetin ve ekonominin yapısal-tarihsel potansiyelindeki kriz nüvelerini hızlıca olgunlaştırmakta. Tarihin akışının hızlandığı bir döneme tanıklık ederken olayların büyük yapısal ve toplumsal dinamikleri ne ölçüde etkileyeceği ise zaman içinde berraklaşacak. Açık olansa kriz anından çıkışın yeni bir düzen içinde mümkün olacağı.
Bu olağan dışı krizin topluma, ekonomiye, siyasete ve jeopolitiğe etkilerinin uzun süreli olacağını söylemek mümkün. Bu etkilerin ise ülkeden ülkeye değişiklik göstereceğini gözlemleyeceğiz. Ülkelerin kurumsal yapıları ve kültürel dinamikleri sürecin ne yöne evrileceğinin belirleyicileri olması açısından önem taşıyan faktörlerdir. Bir kısım ülkelerde potansiyel siyasal eğilimler bu kriz yoluyla aşikâr hale gelebilir; korumacılık, üretimin yerelleştirilmesi ve sınır kontrollerinin sıklaştırılması gibi. Buna mukabil bu süreçte (kapitalist ve liberal) merkez ülkelerin krizi içe kapanmayla değil dışa açılmayla çözebilecekleri düşünülebilir. Merkez ülkelerde bu devasa sorunun çözümü için yurt içi kaynakları mobilize etmenin hem maliyetli hem de yeterli olamayacağı görüşü yaygınlaşacaktır. Temel dinamiğin böylece işbirliğini önemseyen bir siyasete doğru kayacağı söylenebilir.
Korku ve umutsuzluk arasında geleceğini tasarlamaya çalışan sıradan insanlar için kamusal desteklerin hiç olmadığı kadar pozitif etki doğuracağı açıktır. Siyasetin kurum ve kadro olarak burada yapması gereken, vatandaşlık kurumunu tahkim etmek olmalı. İçeride toplumu bir arada tutmanın yolu olarak salt iktisadi dağıtım mekanizmalarını hayata geçirmekle yetinilmemeli; bunun yanında yeni döneme uygun cumhuriyetçi ve küresel siyasete ayarlanmış olmaya odaklanılmalı.
Bugünlerde devletlerin Kovid-19 kriziyle güçleneceğini iddia edenler de yok değil. Bu devlet modelinin merkezileşmeyi besleyeceği ve milliyetçi muhafazakâr siyaseti ön plana çıkaracağı düşünülüyor. Bu bir ihtimal. Fakat öne çıkması beklenen şey, sınırları aşan küresel pandemi krizinin çözümünde küresel çapta işbirliğinin devletler için bir zorunluluk haline geleceği. Kovid-19 krizi sonrası devletlerin ticaret, ulaşım ve lojistik alanlarında normalleşmeleri belirli protokoller sonrası olacağa benziyor. Bu açıdan bakıldığında devletlerin toplumlarıyla kuracağı ilişki dış politikada yapacakları yeniden ayarlamalarla yakından ilintili. Bu süreç “yeni küreselleşme” şeklinde adlandırılabilir. Özetlenirse Kovid-19 salgın süreci devletlerarası ilişkilerde yeni küreselleşmeyi öncelerken; devlet ve toplum arasında ise yeni cumhuriyetçiliği fikir ve kurum düzeylerinde olgunlaştıracağa benziyor. Küreselleşme ve cumhuriyetçiliğe açılan patikalar bireylerde görülen işbirliği, yardımlaşma ve ötekini düşünme gibi erdemlerin yeniden filizlenmesiyle de ilintili. Öte yandan kurumsal siyasetin tıkanıklığı, yerleşik elitlerin zayıflığı ve yeni popülist siyasetin yetersizliği siyaseti ve jeopolitiği üçüncü bir yola zorlamakta. Devletlerarası ilişkilerde pandemi krizinden etkilenen ekonomiler için yeni bir çıkış yolunun bulunması elzem görünüyor. Merkez ülkeler için bu tür bir işbirliği konusunda başat ülkelerin belirleyeceği standart ve mekanizmaların çevre ülkelerce kabulünün gerekliliği ön plana çıkacak gibi gözüküyor.
Türkiye’de ise gerek yönetici elitlerin gerekse toplumun Kovid-19 krizinin önemini yeterince kavradığı söylenebilir. Siyasetçiler açıklamalarıyla bilimsel referanslara öncelik veriyorlar; ayrıca küresel işbirliğinin hayati olduğunun altını çiziyorlar. Toplum ise elinden geldiğince sosyal mesafe kurallarına riayet ediyor ve bu durumla ilişkili bilincini olgunlaştırıyor. Türkiye’nin “yeni dünya düzeninde” yerini sağlamlaştırması için bu krizin yönetimi kadar sonrası için alınacak pozisyonlar da önem taşıyor. Bugünden bakıldığında Türkiye toplumu ve siyasi eliti içe kapanmayı değil dışa açılmayı arzuluyor.
[Kudüs İbrani Üniversitesi Truman Center’da ve Brandeis Üniversitesi Schusterman Modern İsrail Araştırmaları Merkezi’nde misafir araştırmacı olarak bulunan Gökhan Çınkara İsrail, Filistin siyaseti, Yahudi dünyası ve Ortadoğu toplumları ve siyaseti konularında akademik çalışmalar yürütüyor]
Samsun Haber, Samsun Haberleri, Haber Samsun, Samsun, Haber, Son Dakika, Altinovagazete.com