“Doğumdan sonra ağır bir depresyona girdim. Lohusa depresyonu, post-partum depresyon… Sezaryen olmakla bebeğime kötü annelik mi yaptım korkusu yaşadım.
Tek çocuk annesi Burcu Oğuzer 2,5 yaşındaki kızı Nil’i normal doğumla dünyaya getirmek istemiş ancak bu mümkün olmamış.
Hamileliğinin 36’ncı haftasında yapılan kontrolde, bebeğin rahimde yeterli suyu kalmadığı görülmüş.
Burcu Oğuzer, acilen iki gün içerisinde sezaryene alınmış.
Doğumdan sonraki ilk bir yılının lohusa depresyonu nedeniyle çok zor geçtiğini söylüyor:
“Normal doğum yapmış kadınlar, doğumdan hemen sonra bebeklerini kucaklarına aldıklarından, o doğum anında onların varlığını, gelişlerini hissettiklerinden bahsettiler.
“‘Ben kendime bakamadım o yüzden mi sezaryen oldum? Bağımı kuramadım mı? Çocuğumun bağışıklığını sağlayamadım mı?’ Bu gibi sorular sordum hep.
“Sürekli çocuğum hasta olacak korkusu yaşadım. Hatta ilk 3-4 ay bebeğimle kalabalık yerlere bile gidemedim, çünkü bağışıklık sistemi sezaryenden ötürü yeterli değil diye korkuyordum.
“Bu depresyon beni ilk bir yıl çok etkiledi. Ancak aşabildiğimi söyleyebilirim.”
Sezaryen doğumlarda dünya genelinde önemli bir artış görülüyor. Ancak Türkiye, halihazırda dünyada en çok sezaryen ameliyatının yapıldığı ülke konumunda.
Dünya Sağlık Örgütü’ne göre 1985 yılından bu yana uluslararası tıp çevrelerinin kabul ettiği makul sezaryen oranları yüzde 10 ile 15 arasında değişiyor.
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’ne üye 35 ülkede sezaryen ameliyatlarının oranı yüzde 28 dolayında.
Türkiye’de ise bebeklerin yüzde 53’ü sezaryen operasyonlarıyla dünyaya geliyor.
Tıp çevrelerine göre, sezaryen oranlarının artışında etkili olan birkaç etmen var:
İlk doğumunu yapacak gebe kadın yaşlarındaki artış
Tüp bebek yöntemi sonucu çoğul gebelik
Hekimlerin yanlış tedavi suçlamasıyla karşılaşması
Sezaryenle doğum takviminin öngörülebilirliği
Bazı kadınların kişisel nedenlerle sezaryene sıcak bakması
Kadın Doğum Uzmanı Dr. Ayşe Aytoz, Türkiye’de sezaryen ameliyatlarının tercih edilmesinde de aynı nedenlerin rol oynadığını söylüyor.
Dr. Aytoz, “Eğer hastanın normal doğum yapmak açısından herhangi bir kontrendikasyonu yoksa, örneğin çoğul gebelik değilse, bebek makat gelişi değilse ya da bebekte bir anormallik yoksa, bebek stres altında değilse biz gebelerin normal yolla doğurmalarını tercih ediyoruz,” diye konuşuyor.
Ancak Türkiye’de sezaryen oranları özel hastanelerde devlet hastanelerine göre çok daha yüksek.
Sağlık Bakanlığı’nın verilerine göre, 2016’da kamu hastanelerinde yüzde 38,2 oranında sezaryen ameliyatı görülürken, özel hastanelerde bu oran yüzde 70,5 dolayında seyrediyor.
‘Sezaryenle doğum yaptırdığımızda daha çok kazanmıyoruz’
Peki bu farkta maddi gerekçeler rol oynuyor olabilir mi? Özel hastanelerin ya da kliniklerin finansal nedenlerle normal doğuma kıyasla daha pahalı olan sezaryenle doğumu teşvik etmesi söz konusu mu?
Dr. Ayşe Aytoz, kadın doğum uzmanları olarak yaptıkları operasyonlarda kendileri açısından maddi bir fark olmadığını söylüyor:
“Biz sezaryenle doğum yaptırdığımızda daha çok kazanmıyoruz. Özel hastaneler tabii ki sezaryenle doğum yapıldığı takdirde daha çok kazanıyor olabilirler.
“Fakat doktorların üzerinde böyle bir baskı kurmanın o kadar kolay olmadığını düşünüyorum. Doktorların da bu baskıyla hareket ettiklerini düşünmüyorum.”
Erdoğan ‘Cinayet işleniyor’ demişti
Türkiye’de hükümet sezaryen oranlarını düşürmek için çalışmalar yapıyor.
2012’de kabul edilen bir yasaya göre sadece “tıbbi gereklilik olması halinde” sezaryen yaptırılması öngörülüyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan, bu konuda sık sık sempozyumlara katılıyor, konuşmalar yapıyor.
Son olarak on gün önce “Sezaryen Oranlarının Azaltılmasında Etkili Yöntemler” konulu sempozyuma katılan Emine Erdoğan, “Ülkemizdeki yüzde 53 sezaryen oranını, Fransa’daki yüzde 20, Hollanda’daki yüzde 15’ler seviyesine indirmek için büyük bir seferberlik başlatmalıyız,” demişti.
Cumhurbaşkanı Erdogan ise 2013’te yaptığı bir konuşmada sezaryenle cinayet işlendiğini savunmuştu.
‘Cinayet, biraz haksız bir yorum’
Dr. Ayşe Aytoz, “Cinayet, bizim yaptığımız işle yan yana duracak bir kelime değil. Biz burada bir hayat ortaya çıkarmaya çalışıyoruz, cinayet biraz haksız bir yorum diye düşünüyorum,” diyor ve sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Tabii hiçbir endikasyon yokken normal doğurabilecek bir kadına sezaryen yapmak ve bu hastayı ameliyat komplikasyonlarına açık bırakmak doğru bir şey olmayabilir. Ama bir yönetim olarak bunu önlemenin yolları vardır. Bu yollar tercih edilmeli.
“Eğer hastamız normal doğum yapmaktan korkuyorsa, doktor olarak ben ne yapabilirim? Normal doğumun o kadar zor olmadığını, kendisine yardımcı olacağımı, ebenin sürekli yanında olacağını söyleyebilirim.
“Ama yine de sezaryen olmakta ısrar ederse, hastanın bu görüşünü kabul etmek zorundayım.”
‘Seçim olarak görmedim, zorunluluk olarak karşıma çıktı’
Çocuk parkında Nil salıncakta bir aşağı bir yukarı sallanıyor. Annesi, Nil’in çok sağlıklı bir çocukluk geçirdiğini söylüyor.
Burcu Oğuzer, “Doğumdan sonra korkularım olmuştu. Sezaryenden sonra çocuğumun bağışıklık sistemi düşük olabilir mi, hastalıklar yaşayabilir mi diye. Fakat şanslıyız ki, hiçbir hastalık yaşamadık. Korkularım yersizmiş,” diyor.
Buna karşın hala sezaryenle doğum yapmış olduğu için pişmanlık duyduğunu ifade ediyor:
“Ben sezaryeni kendim için hiçbir zaman bir seçim olarak göremedim, ama bir zorunluluk olarak karşıma çıktı ne yazık ki. Annelik denilen deneyimi belki de daha net yaşayabilmek için natürel doğum yapmak daha iyi olacaktır diye düşünüyorum. Ama tabii bu herkesin kendi seçimi.”