Niçin Sanayileşemedik?

Kapitalizm öncesinde toplumların üretimi büyük oranda tarıma dayanmaktaydı.

Feodal üretimin dağılma çağında sanayi malları üretimi önem kazanmaya başlamıştı.

Burjuva sınıfı feodal üretimin bağrından doğup gelişmiştir. Bu sınıfın elinde biriken büyük paralar sanayiye yatırılmıştır.

Avrupa’da tüccar ve tefeci sermayesi sürekli büyümüş, sanayiye yatırılan ve artık değer ile daha da büyüyen sermayeler sanayiye yatırıldıkça ekonomi içinde sanayinin payı giderek artmıştır.

Bu sürece sanayileşme diyoruz.

Bu günün gelişmiş kapitalist ülkelerinin sanayileşmesi hem bu süreç ile hem de pek çok ülkenin sömürgeleştirilerek yağmalanmasıyla gerçekleştirilmiştir.

Yazar Conrad’ın Karanlığın Yüreği isimli romanı, kapitalizmin Afrika’daki tahribatını güzel anlatmaktadır.

İç dinamikleri elverişli olan ve dünyayı sömüren ülkeler gelişmiş kapitalist sanayi ülkeleri olmuşlardır.
İç dinamikleri elverişli olmayan toplumlar ise az gelişmiş ve geri kalmış ülkeler grubundadırlar.

Bu bilgilere göre bir ülkenin gelişmişliğini araştırırken, tarihsel olgulara ve toplumsal olgulara başvuracağız.
Tarihsellik burada, ülkelerin hangi üretim biçimi içinde oldukları ve o çağdaki dış koşullardan etkilenme dereceleri gibi unsurlardır.

Toplumsallık ise, ülkedeki sınıfsal yapı, üretim tarzı, üretici güç ve üretim ilişkileri gibi unsurlardır.

Bu ölçütlere göre Osmanlı’ya bakarsak şunları söyleyebiliriz;

Avrupa feodalizmden kurtulup kapitalizme geçerken Osmanlı’da iç dinamikler böyle bir dönüşüme elverişli değildi.
Demek istiyoruz ki, Osmanlı’da batıda olduğu gibi bir senyör ve serf sınıfları ve üretim ilişkisi mevcut değildi.

Daha sonraki yıllarda ise dış dinamikler, mesela, 1838 yılındaki Balta Limanı Antlaşması gibi, ülkedeki mevcut sanayi kuruluşlarını da silip süpürmüştü.

Demek ki, iç ve dış dinamikler Osmanlı’nın sanayi devrimine geçişini engelledi.

Zannedilmiş ki, batı kurumları alınırsa, batıya benzersek geriliğin üstesinden gelebiliriz.

Oysa, sorun kurumların transferinde değil, içerdeki toplumsal yapıda ve dış müdahalelerin etkisindeydi.

Tanzimat’ dan 1950”ye kadar sanayileşme ve batılılaşma çabaları hep bu tip bir mantık ile yapılagelmiştir.

Batıda bu sanayileşme işini burjuvazi yapmıştır.
Bizde burjuvazi olmayınca bu işi bürokrasi yürütmek istemiştir.

Bürokrasi bu sanayileşme işinde başarılı olamamış, üretici güçler tasfiye olmuş, sonra da Osmanlı tarihe karışmıştır.
Cumhuriyet’te ilk dönemlerde, güçlü bir burjuva sınıfı olmayınca, sanayileşme devlet eliyle yürütülmeye çalışılmıştır.

Bu dönemde önemli sanayi kuruluşları devlet eliyle kurulmuş ve işletilmiştir.

1930’lu yıllardaki devlet eliyle sanayileşme hamlesi ve ikinci savaş sonrası 1950’lerdeki ve 60’lı yıllardaki planlı sanayileşme hamleleri sanayileşmede ciddi aşamaların geçilmesini sağlamıştır.

Özetlersek, Osmanlı’nın toplumsal yapısı, feodal olmayan vergisel üretim tarzı, üretim ilişkileri gibi iç dinamikler sanayileşme devrimine geçişi engellemiştir.

Ayrıca 1838 antlaşmaları gibi dış baskılarla da var olan sanayi atölyeleri ortadan kalkmış ve ülke hammadde satan, mamul madde satın alan bir süreçte yaşamıştır.

Ülkemiz tarihsel olarak bir sanayi devriminden uzak kalmış olsa da bu gün belirli düzeyde bir sanayi ve kapitalist ilişkiler, kapitalist üretim biçimi özelliğine sahiptir.

Bu noktada toplumsal bir kalkınma ve sanayileşme hamlesi için “üretkenlik modeli” önermekteyiz.

Bu modelin bölüşümü düzeltici ve toplumsal kalkınmayı hızlandırıcı yönlerini de gelecek yazılarda ele alalım.

Sağlıcakla..

YORUM EKLE