Tefsir için tehlikeli tutumlar…arttı zamanımızda…mealcilik en yanlış yol…
Hadis tefsirdir…mezheb ve tarikatler tefsirdir…Tefsirde hadise aykırılık varsa…o müfessire “DUR” de
Müsbet ilim tefsirdir…esmanın tefsiri olan her şey tefsirdir…Müsbet ilme aykırılık varsa …o müfessire “Dur” de
Secdeye hadim akla aykırılık varsa o tefsire “DUR” de…Akıl göz gibidir .gözün gördüğünü inkar etmek neyse aklın gördüğünü inkar etmek de o dur…hatadır…Hakka hainliktir…Hileciliktir…
Allahı ve esmayı yanlış tanıtmadan KİBRE bozgunculuğa müfsidliğe fesada hadimlik mümkün değil…Şeytan “üstünlük takvada iken” üstünlük ateşte sandı ve ben ateşten yaratıldım ben üstünüm dedi…üstünlük secdededir…neden fıtratta olsun ateşte veya toprakta olsun…cahiliye arabı da putta üstünlük var sandı…üstünlük secdede…secde edene secde etti melekler…melekler hz Adem secdeli olduğu için secdeettiler…itaatliye itaat edilir…kural bu…put ne bilir itaati ne bilir secdeyi…şeytan kibirle köroldu secde etmedi secdeliye..itaat etmedi iteatliye…Kilise camiye itaat ediyor mu…kilise de kibirli…secdeliye secde itaatliye itaat kuraldır bu varlıkta…Allah esfel-i safilindendir der bazı insanlar için…Ruhun hazzı secdede…ruhu bu hazdan mahrum edenler ruh sahibi olsalar da sefildir…mesela…para sahibisin kullanmadığın zaman o para şifaya şifa vasıta olmaz…veya cennete vasıta olmaz…atıl bıraktın parayı çünkü…fakirden farkın olmaz…miskinliğin sürer…açken tok olmazsın,sana rızık olmaz…paranın etkinliğinden yararlanmayan nasıl aç kalırsa…ruhun da etkinliğinden yararlanmayan sefil kalır…kibirden kinden bozgunculuktan kurtulamaz…secdenin bal tadını tadamaz…hayvandan farkı olmaz….ruhunu kullanmalı ki hayvandan üstün olsun…
Tefsir için tehlikeli tutumlar…neler mi fıkıh usulünü red…nesih-mensuh yok…demek gibi…
Selefinin tefsiri farklı ehl-i sünnetin tefsiri farklı şianın tefsiri farklı…bu farklılıkları en aza çekmeyi başarmalıyız….
Arabçayı bilmek yetmez tefsir için …evet…”Kur’an Tefsirinin Temelleri. Kur’ân-ı Kerîm dili iyi kullanan, lafızların delâletini ve sözün söyleniş biçiminden neyin kastedildiğini iyi bilen bir kavme indirilmiştir. Ancak Kur’an’ın ilk muhataplarının her âyeti anlayıp kavradığını iddia etmek mümkün değildir. İbn Haldûn’un ileri sürdüğü, Kur’an’ın nâzil olduğu dönemdeki Araplar’ın tamamının Kur’an’ı anlayıp bildiği yönündeki görüş (el-Muḳaddime, II, 363) Ahmed Emîn tarafından haklı gerekçelerle eleştirilmiştir (Fecrü’l-İslâm, s. 195). Zira Kur’ân-ı Kerîm onların bildiği lafızlar ve konular yanında hiç duymadıkları konuları hiç duymadıkları isimlerle birlikte ortaya koymakta, yer yer kullandıkları kelime ve kavramlara yeni anlamlar yüklemektedir. Dolayısıyla Araplar nâzil olan âyetlerden bir kısmını ya hiç kavrayamıyorlar ya da kelime bilgilerine dayanarak ancak yüzeysel biçimde anlıyorlardı. Özellikle Mekke döneminin ilk yıllarında inen ve âhiret hayatına vurgu yapan, yaratılış konularını ve fezanın derinliklerini alışılmışın dışında bir üslûpla beyan eden âyet ve sûreler Mekkeliler’i hayrete düşürüyordu. Râgıb el-İsfahânî’nin de belirttiği gibi özellikle müteşâbih âyetleri ancak ana hatlarıyla (mücmelen) anlayabiliyorlardı (Tefsîrü’r-Râġıb el-İṣfahânî, I, 424-425; ayrıca bk. Zerkeşî, I, 107). Kur’an’ın muhtevası, üslûbu ve kelime uyumu incelendiğinde onda hem konu hem üslûp bakımından nüzûl döneminde yaşayan Araplar’ın özel durumuna uygun bir anlatımın söz konusu olduğu görülür. Buna göre vahyin çeşitli yönlerinden bir kısmı ilk muhatapların durumuna uygun düşüyor, bu da onların Kur’ân-ı Kerîm’e ilgi duymasını sağlıyordu. Müşriklerin kendi yandaşlarını Kur’ân-ı Kerîm’i dinlemekten uzak tutmaya çalışmaları (Fussılet 41/26) onun insanları etkileyen bu kuşatıcı yapısıyla ilgilidir. İlk müslümanların anlayamadıkları konuları Resûl-i Ekrem’e sormaları ya da anladıklarıyla yetinip diğer hususları Allah’ın kudretine, hikmetine ve iradesine bağlamaları meseleyi büyük oranda çözmekteydi. Hadis ve tefsir kaynaklarında Resûlullah’ın özellikle göklerden, yeryüzünün durumundan, dağlardan bahseden âyetleri yorumladığına dair rivayetler bir hayli azdır ve bunlar da genel niteliktedir. Daha sonra tefsirlere giren İsrâiliyat’ta bu hususlara dair rivayetlerin çokça yer alması bu görüşü desteklemektedir. Hz. Peygamber insanlara kevnî âyetleri açıklasaydı anlayamayacakları için İslâm’dan uzaklaşacaklar veya bu ayrıntılar içerisinde yollarını şaşıracaklardı(TDV:İslam ansiklopedisi)
Tefsirin Tarihsel Gelişimi ve İlim Haline Gelmesi…ile ilgili şu bilgi veriliyor tdv.İslam Ansiklopedisinde.. Kur’an’ın ilk müfessirinin Hz. Peygamber olduğu noktasında bir ihtilâf yoktur. Bunu Ehl-i Kur’an ekolü mensupları da kabul etmektedir. Tefsiri ondan ashabı almış, ashap da bu bilgileri tâbiîne aktarmıştır. Muteber hadis kaynakları Resûlullah’a, ashaba ve tâbiînin önde gelenlerine ait Kur’an tefsirlerini bir araya getirmiştir. Bu kaynaklara bakıldığında Resûl-i Ekrem’in Kur’an tefsirinin muhtelif şekillerde ortaya çıktığı görülür. Resûlullah yer yer ashabın yanlış anlama ve yorumlamalarını tashih etmekte, yer yer doğrudan bir âyeti veya sûreyi yorumlamakta veya kapalı bir noktasını açıklamakta, bazan da sorulara cevap mahiyetinde Kur’an’ı tefsir etmektedir. Âyetteki kapalılığın giderilmesi, bilinmeyen bir kelimenin izahı, âyetin âyetle tefsir edilmesi, âyette anlatılan bir olaya dair ayrıntı verilmesi bu tefsir şekillerindendir. Böylece Resûlullah yaptığı yorumlarla Kur’an’ın mücmelini beyan, mutlakını takyid, müşkilini tavzih, müphemini beyan, umumunu tahsis ve neshini beyan etmiş, yer yer başka açıklamalar da yapmıştır (Resûlullah’ın Kur’an’ı yorum şekilleri için bk. Yıldırım, I, 99-233). Hadis kaynaklarında nakledilen sahâbe rivayetlerinde esbâb-ı nüzûl ve nâsih-mensuh konularında bilgi bulunduğu gibi âyetteki kapalılığın giderildiği, kelimelerin açıklandığı, İsrâiloğulları’ndan gelen haberlerin aktarıldığı hususlar da göze çarpmaktadır. Ancak sahâbîlerin tefsir yaparken çok ihtiyatlı davrandıkları, bilmedikleri konularda fazla konuşmadıkları görülmektedir (Taberî, I, 72). Sadece Abdullah b. Mes‘ûd ve Abdullah b. Abbas gibi önde gelen müfessir sahâbîlerin Resûl-i Ekrem’den intikal eden yorumları kullanarak Kur’an’ın tamamına yakınını tefsir ettikleri bilinmektedir (a.g.e., I, 75). Sahâbe tefsirinde kelimelerin tahlili için Arap şiirinden ve nesrinden yararlanıldığı, müşkil konuların halli için Arap tarihinden faydalanıldığı dikkat çekmektedir. Ancak sahâbe tefsirinde göze çarpan en önemli husus Ehl-i kitap’tan intikal eden bilgilerin (İsrâiliyat) kullanılmaya başlanmasıdır. Kur’ân-ı Kerîm’de tarihî olaylara atıfta bulunan birçok âyetin yorumu için yardımcı bilgilere ihtiyaç duyulacağını bilen Hz. Peygamber’in Ehl-i kitap’tan gelebilecek bilgilere karşı bir tavır ortaya koymaması (Buhârî, “Tefsîr”, 2/11; “İʿtiṣâm”; 25, “Tevḥîd”, 42, 51) Kur’an ile çelişmeyen İsrâiliyat’ın tefsirlere girişini kolaylaştırmıştır. Sahâbe döneminde ilk örnekleri görülen bu rivayetler tâbiîn ve tebeu’t-tâbiîn devrinde telif edilen tefsirlerde önemli bir yer işgal etmiştir (İbn Teymiyye, Muḳaddime, s. 87). İlk tam Kur’an tefsirini kaleme alan Mukātil b. Süleyman’ın eseri ikinci ve üçüncü nesildeki bu değişimi açıkça ortaya koymaktadır. Öte yandan İslâm toplumunda İsrâiliyat’ın sakıncalı görülmeyen kısmını kabullenme eğilimi tefsirin genişlemesini sağlayan önemli unsurlardan biri olmuştur.