İsa Küçük’ün Sarışın ve Kara isimli kitabı, kestirmeden söyleyeyim;
“işte.. önemli bir kalkınma romanı daha” diyebileceğimiz ilginç eserlerden biridir.
317 sayfalık, arkeopera kitabevine ait, 2019 basımı bu roman on bölümden oluşmaktadır.
Romanın yazarı İsa Küçük Mülkiye mezunudur, ülkenin hemen her coğrafyasında kaymakamlık ve valilik görevlerinde bulunmuş, geniş mesleki deneyimlerinden de yararlanarak bu kurgusal eserini kaleme almıştır.
Romanın adı Sarışın ve Kara üzerine bazı varsayımlarda bulunabiliriz;
İlk ipucu olarak arka kapaktaki “Taşra…” sözcüğünden hareket edelim:
“Taş-Ra…Taşı canlandırmaya, Ra’nın içine insan kalbi yerleştirmeye çalışan şair ruhuyla kendini bir anda şehrin “ileri gelenleri ve geri kalanları” arasındaki çatışmanın içinde bulan ve buz tutmuş saati çalıştırmaya uğraşan bir kaymakam…”
Bir taşra ilçesi, “Daristan” sadece roman kahramanı kaymakam Çağlar’ın daralan-bunalan yüreği değil, Romanın adındaki “Kara” nın da sembolik temsilcisi.
Sarışın ise aydınlığın, geleceğin, yaşamın, ümidin, Mısır mitolojisindeki güneş tanrısı “Ra” nın izdüşümü.
Bu ismin anlam çemberini daha da genişletip- biraz da zorlayarak- diyebiliriz ki, “sarışın”, aydınlık-bağımsızlık- özgürlük isteyen güçleri, hatta, “ulu önder Sarı Paşa’yı”, “kara” ise, her bakımdan geri kalanları, kurulu düzeni ve onun bazı çevreleri koruyucu mevzuatını, bürokratik yapısını temsil edebilir.
1965 yılının Türkiye’sinde Anadolu’da, taşrada, bir küçük ilçenin yönetiminde, başta kaymakam olmak üzere çeşitli üst düzey devlet yöneticilerinin durumu ve dramı verilmektedir bu kitapta..
Romanın” Kızılırmak bile donmuş; sen, “köyün yolunu açalım” diyorsun…cümlesi ile başlaması bir anlamda insanın doğa karşısındaki çaresizliğini ve Anadolu insanıyla, yöneticileri zorlu bir mücadelenin beklediğini duyumsatmaktadır.
Sayfa 14’te, Kaymakamın kendisiyle görüşmeye gelen köy öğretmenlerini “…ince bir kucaklayış…” içeren sözleriyle karşılaması farklı bir yönetici tipini daha başlarda işaret etmektedir.
Bürokrasi eleştirisi sayfa 18’de oldukça mizahi bir yaklaşımla verilir. Kimse kimsenin ne dediğini anlar, ne duyar..
Öğretmenlerin kardan kapalı on kilometrelik köy yolunu yürüyerek gitmeye kalkışması tam bir dramatik öykünün ya da romanın konusu olabilecek derinliktedir.
Gerçek Cumhuriyet öğretmenleri..
İktidar partisi yanlısı müftünün çağdaş görüşlü kaymakam ile çatışması..
Şehir kulübünde akşamları kaymakam, savcı, doktor, avukat, hakim, müdürler toplanır ve resmiyet dışında konuşup-şakalaşırlardı..
Kaymakamın kişiliği birkaç cümle ile iyi resmedilmiş ve psikolojisi betimlenmiştir.
“…az konuşan…hep yazıyor ya da okuyor gibi…sanki aklı, uzak bir dünyada takılı kalmış; derin düşünceli, kafası hep meşgul…”(sayfa 28)
Şehir kulübünde oyun da oynanır, siyaset de yapılır, günlük dedikodular da..
İlginç siyasal konuşmalardan birkaçı..
9 Temmuz 1961’de yapılan anayasa oylamasında yüzde 62 evet, yüzde 38 hayır çıkmıştı.
Zonguldak’ta ağırlık hayır oyundan yana çıkmıştı.
İşçi bölgesinden, sosyal güvenlik bölgesinden, kömür ve emek dünyasından normalde çalışanları koruyan bir anayasaya nasıl “hayır” denilir?
Modern anayasaya, hürriyet, iş, ekmek ve adalet getiren anayasaya nasıl hayır deniliyor, gerçekten anlaşılır değil bu..
Edebiyat ve siyaset sosyolojisi açısından araştırılacak bir konu.
Romanın böylesine toplumsal çelişkilere dikkat çekmesi sosyal değişmelerin edebiyata yansıması açısından biz yazar ve denemeciler için önemli örneklerden biridir.
Sayfa 36’da, kulüp masasındaki akşam tartışmalarında, “…yedek subay öğretmen uygulamasından, bunun ülkenin yarım kalan aydınlanma mücadelesini tamamlayabileceğinden, bu ilçedeki yoksunluk, anlaşılmazlık, yalnızlık, cehalet, yoksulluk, geri kalmışlık gibi sorunların toplamını “daristan’da yaşamak” diye adlandırıp bu engeli aşmak gerektiğinden, taşrada zamanın da masada oynadıkları kağıt gibi bir oyun olduğundan ve kimsenin bunun farkında olmadığından söz ediliyordu..
Kaymakamın iç dünyası çok net çizilmiş yazar tarafından. Hem düşünsel düzeyde hem de olayların gelişimi içinde.
Kendisinden köy yolunu açtırmak isteyen öğretmenlerle birlikte greyderi ve ekibi alıp gece gündüz demeden 10 kilometrelik karlı yolu açmaya gitmeleri..
Biz okurlar karakterleri sadece duygu ve düşünceleriyle değil, olayların akışı içinde de görebilmekteyiz bu romanda.
İşte bu roman tekniği açısından yerinde bir kullanım olmuştur.
Kaymakam hep içindeki şarkıyı arıyordu ve “…gittiğin yer karanlıksa bir ışık yak…” diyordu içindeki bu ses..(sayfa 44)
Kaymakam Çağlar için ilçe hapishane, ev ise adeta bir hücreydi..
Eşi Filiz hep akşamları eve geç kalmamasını isterdi, bir oğulları-Mustafa- vardı, üç yıllık evliydiler, birbirlerini tanımaya ve tamamlamaya çalışıyorlardı..
Sayfa 46 ve 47’ de ekip gecenin soğuğunda köyde yolu açmaya çalışırken uyuyan köylüler ve kaymakamın silah atışıyla uyanmaları..
Hem gerçek hem de metaforik bir anlatım..”bu millet ancak silahla uyandırılır, Mustafa Kemal de öyle yapmıştır..”
Köylülerin okula ve öğretmene ilgisizliğinden, ahret odaklı dünyalarından(46) söz edilir.
Yakup Kadri’nin Yaban romanında da köylülerin milli kurtuluş savaşına ilgisizliğinden bahsedilir. Orada esas olarak aydınların köye ve köylülere bir bilinç veremedikleri vurgulanır.
Sarışın ve Kara’da köylüleri kaymakam “uyandıracak”, Yaban’da aydınlar uyandıracak..
Toprak Uyanırsa romanında, köy bilgesi, emekli öğretmene”… köyde ilk mektep değil, üniversite açsan işe yaramaz, evlat sen asıl köylünün dirliğine(geçimine) el at..” der.
Refik Erduran’ın Yağmur Duası romanında ise, “…köylü sırf üstten gelen bir teşebbüsle kalkındırılamaz, muhakkak aşağıdan yukarı doğru bir itiş, bir kalkınma şuur ve isteği gerek, KÖY DAVASI , HERKESTEN EVVEL KÖYLÜNÜN DAVASIDIR, köylü kendi davasına sahip çıkmazsa hiçbir şey yapılamaz, aydın ancak yol gösterebilir(226).
Görüldüğü gibi, romanlar üzerinden köy ve köylülüğü tartışmak bize yeni ufuklar açmaktadır.
Karl Marks ve F.Engels Seçme Eserler’inde Türk köylüsünü şöyle betimlemektedirler;
“İki nedenden dolayı en kararlı biçimde Türklerden yana tavır almaktayız: Birincisi, çünkü biz ‘Türk köylüsünü’ Türk halk kitlesini inceledik ve onun kesinlikle ‘Avrupa’daki köylülüğün en becerikli ve ahlaklı temsilcisi’ olduğunu gördük. (Karl Marx-Friedrich Engels, Collected Works, Volume 45, S.296, 208’inci Mektup.)
Romanın Kayseri’ye yakın bir yerlerde, Kapadokya bölgesi civarlarında geçtiği izlenimi verilmekte.(sayfa 52 ve 56)
Kaymakam ilçede sadece fiziki değil, bir de sosyal bir harita çıkarmak istiyordu. İnsanı önceleyen bir harita.
Bu yaklaşım bizim bu romanı da Şevket Süreyya’nın toprak uyanırsa, Yaşar Kemal’in ince memed, Mahmut Makal’ın bizim köy gibi “kalkınma romanları” kapsamında değerlendirmemizi gerektirmektedir.
Sayfa 55- 60 arası ise yukarıdaki değerlendirmemize doğrudan verilecek en güzel örnektir.
Özellikle sayfa 56’da Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planından söz edilmesi, köye ve köylüye yönelik çalışmaların temelini oluşturan Toplum Kalkınması ve bu kapsamda yapılacakların bir romanda adının geçmesi çok ilginçtir ve Türkiye’nin göreli olarak ikinci kalkınma hamlesi diyebileceğimiz 1960’lı yılların heyecanının romana yansımasıdır.
Evet, dostlar, edebiyat dostları..
Burada, 1963-67 döneminde uygulanan birinci beş yıllık kalkınma planı ve temeli olan “toplum kalkınması” üzerine edebiyat tarihine girecek güzellikte anlatımlar bulunmaktadır.
“…beklenen asıl başarılı çalışma, valilere verilen parasal kaynağın yerinde ve etkin kullanılmasına, bu ise gerçekçi planlama ve programların yapılmasına bağlıydı.”
Bu görev, kalkınmanın romanı diyebileceğimiz bir başka romanda da şöyle ifade edilmekteydi;
“…işin özü, atıl duran kaynaklar tam kullanılacak, yanlış kullanılanlar da doğru değerlendirilecek…böylece kaynaklar tam ve etkin kullanıldığında üretim ve katma değer en az iki katına çıkacak, bölüşüm de adil olduğunda ortaya çıkan sonuçtan tüm kesimler faydalanmış olacaktır.”(Halit Suiçmez, Öz Peşinde,s;29)
Sarışın ve Kara’nın sayfa 58’de, “…Cumhuriyetin- ve kaymakamın- var oluş nedeni, köylüyü, tüm toplumu, daha iyi bir yaşamın varlığına ve ona ulaşmanın mümkün olduğuna inandırmaktı.”