Eskiden bu alanlar ayrı ayrıydı, özel hayat ile çalışma hayatı bu günkü kadar karmaşık ve iç içe değildi.
Son yıllarda “esneklik” adı altında bir kandırmaca vardı.
Esneklikten işverenin anladığı farklı, işçinin anladığı farklıydı.
İşveren işçinin işe girmesi ve çıkarılmasında fazla kural ve hukuk istemiyordu.
Tazminat ödemek, prim ödemek, yasalarla karşı karşıya gelmek istemiyordu sermaye kesimleri.
Salgın gelince işyerlerine gitmek yerine evlerden çalışmak zorunlu oldu bazı işlerde..
Bu durumda hem ailenin çalışan ve çalışmayan bireyleri hem de çocuklar eskiye göre daha dar bir alanda hem yaşamak hem de çalışıp kamu veya özel kesime iş çıkarmak zorunda kaldılar.
Evden çalışmak daha “verimli mi?” Bu ayrı bir tartışma konusu.
Bir yeni yazımızda ele alalım.
İşyerindeki zaman algısı, “akan” bir zamandı kanımca.
Evdeki zaman ise, “duran-durağan” bir zaman..
Çoğu emekli, evdeki zamanını “vakit öldürmek” diye algılar.
Halikarnas Balıkçısı, onlara, “siz mi vakit öldürüyorsunuz, yoksa vakit mi sizi öldürür, günün birinde görürsünüz” diye çıkışır, kahvelerde oturup okey oynayan yaşlılara..
Binlerce kitap var, milyonlarca doğa ve çiçek-böcek, yürüseniz, yazıp okusanız, bir fikri takip edip derinleşseniz, sürekli üretken olsanız belki ömür de uzar, hastalıklar azalır, duran zaman, akan ve üretken olur, diye seslenir Mavi Sürgün kitabında..
Zamanı, sevgiyi, tarihi, toplumsal yapıları yeniden yorumlamak için çalışmalıyız.
Yaşama alanlarımız çalışma mekanlarımız olsa da hayatı yeniden sorgulamaktan vazgeçmeyelim.
Biz, bir iyiliğin-güzelliğin-üretkenliğin peşindeysek eğer, zaman da mekan da fark etmez.
Duran zaman, işte o an; “akan” ve üretken zaman haline gelir.
Ne içindeyiz evin ne de büsbütün dışında..
Ne içindeyiz çalışmanın ve ne de tümüyle dışında..
Yaşam gibi, her şeyin iç içeliğinde ve akışında..
Kalın sağlıcakla..