Hazcılık veya Hedonizm, Kirene Okulu'nun, yani Sokrates'in öğrencisi Aristippos'un (M.Ö. 435-355) öğretisidir. Hazzın mutlak anlamda iyi olduğunu, insan eylemlerinin nihai anlamda haz sağlayacak bir biçimde planlanması gerektiğini, sürekli haz verene yönelmenin en uygun davranış biçimi olduğunu savunan felsefi görüş.
Aristippos'a göre her davranışın nedeni, mutlu olmak isteğidir. Yaşamın gereği hazdır. Haz insanı insan eden duygudur. Bilgilerimiz duygularımızla alabildiğimiz kadardır, bunda öteye geçmez. Bu yüzden Aristippos duygularımızın getirdiği hazza yönelmeyi, acıdan kaçmayı söyler. En üstün iyi, hazdır. Ancak gerçek haz sürekli olandır. Sürekli olan hazza da bilgelikle varılabilir.
Epikuros da hazcılığı devam ettiren filozoflardandır. Ne var ki Epikuros, Aristippos'un bedensel hazzına karşı tinsel hazzı yeğler. Onun için en büyük haz, ruh dinginliğidir. Buna da bedensel zevkler peşinde koşmakla değil, bilgelikle varılır.(Wikipedi)
Şu an globalleşen dünyada en yaygın yaklaşımlardan birisi hedonizm. Oysa dünyanın ve insanın yaratılışına , yaratılış hikmetine uygun olmadığı için hazza yönelik yatırımların hepsi boşa gittiği gibi ıstırabı da katlıyor.
İslam’da kamil insan nimete şükürle , musibete sabrı her açıdan aynı seviyede gören o şekilde karşılayandır. Ve bu hamd makamıdır. Hamd etme konusunda nimet ile musibet arasında hiçbir fark yoktur. Çünkü nimette musibette aynı yaratıcı tarafından tecrübe ve imtihan için gönderilmektedir. Onun için ‘elhamdulillahi külli hal , sivel küfri ved-dalal -Küfür ve sapıklık dışında her halimize hamd olsun’ denilmiştir.
Bu yaklaşım tatlıdan zevk alan insanın en acı baharatlı gıdalardan da zevk almasıyla da açıklanır. Ona öyle inandıktan ve algıladıktan sonra zevk açısından en tatlı baklava ile en acı çiğ köfte arasında fark yoktur.
Prof. Dr. Kemal Sayar, ‘Istırabın Faydaları’ başlıklı makalesinde ‘Istırabı uyuşturduğumuz bir dünyada yaşıyoruz. Çılgın bir hızla, alabildiğine tüketerek, acıyan yerlerimizle yüzleşmekten kaçarak. Mutluluk tacirleri bize ıstırabı yok saymamızı, onu görmezden gelmemizi, inkâr etmemizi söylüyor. Oysa ıstıraptan da öğreneceğimiz bir şey var.
Hz. Eyüp'ün çilesinden öğreneceğimiz bir şey var. Mutlu hayat, aramakla bulunmuyor. Mutlu hayatı, ıstırabın her türlüsünden her ne pahasına olursa olsun kaçmak suretiyle edinemiyoruz. Bir mutlu hayat olacaksa eğer, o biraz da kendi ıstırabımızla yüzleşme, onu yaşama ve ondan öğrenme çabamızdan kaynaklanacak. İnsanız biz, kendimiz ve içinde yaşadığımız dünyaya dair bir bilince sahibiz. Bu farkındalıkla kendimizi, dünyayı ve etrafımızdaki insanları sıra dışı biçimde değiştirebiliriz. Bilinç yeteneğimiz iki ucu keskin bir bıçak gibi: Duygusal ve zihinsel başarılarımızın kaynağı olduğu kadar, bizi hayvanların muaf olduğu çetrefilli ve sancılı soruların da kucağına getirip bırakıyor. Hayatımın bir anlamı var mı? Niçin yaşıyorum? Neden varım?
Bediüzzaman Said Nursi ‘Aklı başında olan insan, ne dünya umurundan kazandığına mesrur ve ne de kaybettiği şeye mahzun olmaz. Zira dünya durmuyor, gidiyor. İnsan da beraber gidiyor. Sen de yolcusun. Bak, ihtiyarlık şafağı, kulakların üstünde tulû etmiştir. Başının yarısından fazlası beyaz kefene sarılmış. Vücudunda tavattun etmeye niyet eden hastalıklar, ölümün keşif kollarıdır. Maahaza, ebedî ömrün önündedir. O ömr-ü bâkide göreceğin rahat ve lezzet, ancak bu fâni ömürde sa'y ve çalışmalarına bağlıdır. Senin o ömr-ü bâkiden hiç haberin yok. Ölüm sekeratı uyandırmadan evvel uyan! ‘ sözleriyle nimet=musibet gerçeğine dikkat çekmiştir.
Günümüz insanı nimete şükür = musibete sabır anlayışına sahip olmadıkça musibete sabırdan kaçtığı gibi , nimete şükürde de zorlanacaktır. Çünkü nimete sahip olduğunda da musibet geleceği endişesi ya da o nimeti kaybedeceğim korkusu onu ıstıraba sevk edecektir.
İnsan geçmişten gelen elemlerden , gelecekten gelen endişe ve vehimlerden kurtulmak ve anı hamd ve şükürle , ilahi bir zevkle yaşamak istiyorsa ‘İlahi ! narında (musibet) hoş , nurunda (nimet) hoş ‘ demeli ve yaratıcısına tam anlamıyla yönelerek ihsan makamında ömrünü tamamlamalıdır.