Yeni bir yılın başlangıcında bulunmanın heyecanındayız. Ne yeni yılı dediğinizi duyar gibiyim. Henüz yılbaşına var. Doğru, ama hicri yılbaşına çok az kaldı. 1436 yıl önce yaşanmış olan tarihlerin kaydettiği kutlu göçün yıl dönümü arefesindeyiz.
Hicret deyince farklı atar yürekler, kalbimiz gönlümüz gider gelir o günlere, insanlara ve yaşananlara… Biraz hüzün, biraz özlem, biraz ah! hep vardır bu duyguların içersinde. Ne büyük bir sıkıntı! Ne büyük bir iman! Ne büyük bir fedakarlık! demekten kendini alamaz kelam eden ağızlar. Gerçekten çok yüce, çok müthiş bir olaydır hicret. İmtihan içersinde imtihan barındıran bir süreçtir.
Kendisine ve Müslümanlara maddi manevi destek veren Peygamber Efendimiz (sav)’in amcası Ebu Talip ve eşi Hz. Hatice’nin vefatlarıyla korumasız kalan Efendimiz ve Müslümanların, Ebu Talip mahallesine hapsedilmesi, alış-verişin 3 yıl yapılmadığı ambargo uygulaması, ambargo sebebiyle yaşlıların ve doğan çocukların açlıktan ölümü, zayıf ve kimsesiz olan Müslümanlara işkence yapılarak şehit edilmeleri, baskılar, zulümler hat safhaya ulaşmıştır. Abdullah b. Abbas’ın ifadesiyle “Müslüman olmuş kişiye öyle dayak atar, öyle aç ve susuz bırakırlardı ki uğradığı bu feci durumdan dolayı (ayağa kalkmak şöyle dursun) doğrulup oturamazdı bile. (1) Böyle bir durumda Efendimiz hicret için bir yurt aramaktayken, Yesrib yeni adıyla Medine imdada yetişmişti adeta. Hicret edeceklere kol kanat olacak, canları pahasına Müslümanlara sahip çıkacaktı halkı. Akabe biatlarındaki söz alışla kutlu yolculuk başladı. Muharrem ayıydı, Efendimiz (sav) hicret etme izni verdi eza ve cefa çeken Mekkeli müslümanlara.
Bu izinle ilk harekete geçen Ebu Seleme idi. Karısı Ümmü Seleme’yi ve oğlunu deveye bindirdi bindirmesine ama Ümmü Selemeyi ve oğlunu Ailesi gelip alıkoydu. Ebu Seleme eşi ve oğlunu bırakmak zorunda kalarak çaresiz tek başına hicret etti. Ebu Seleme’nin akrabaları da gelip Ümmü Seleme’nin küçük oğlunu aldılar. Ümmü Seleme çaresizdi, her gün bu olayın yaşandığı yere gidiyor gözyaşı döküyordu. Bir sene böyle devam etti. Bir senenin sonunda akrabaları insafa geldi ve kocasına kavuşması için kendisi ve oğluna hicret izini verdiler. Allah ve Resulü için, dinini yaşamak için hicret eden müslümanların aileleri böyle parçalanıyordu.(2)
Suheyb’ur-Rumi, kendisi Mekke’ye yerleşmiş ticaretle uğraşıyordu. İslam’ı kabul etti ve Medine’ye hicret etmek istedi. Bu haberi duyan Mekkeliler: Sen bizim aramıza dilenci gibi geldin. Bizim malımızla zengin oldun ve şimdi bu mallarla çıkıp gitmek mi istiyorsun ? Buna izin vermeyiz dediler. Suheyb, bu malları bıraksam bana izin verir misiniz? dedi. Bütün mal varlığını Mekke’de bıraktı ve hicret etti. Yıllardır biriktirmiş olduğu mallarını hicret uğruna dini uğruna terk edebiliyordu Süheyb.(3) O’nun yaptığı bu fedakarlık şu ayetle takdir görüyordu Yüce Rabbimizden: “İşte o zümre içinden çıkan biri var ki Allah’ın rızasını kazanmak üzere kendi kendini satın almıştır. (4)Süheyb Medine’ye geldiğinde Hz. Ebu Bekir: Ticaretin hayırlı olsun ey Süheyb! hakkında ayet indi diyerek onu müjdelemişti. (5)
Hz. Ömer, Mekke’nin en cesur insanlarından biriydi. Hicret yolculuğuna çıkmadan önce Kabe’yi tavaf etmiş ve şöyle seslenmişti: Kim karısını dul, evlatlarını yetim, annesinin gözü yaşlı bırakmak istiyorsa ben bugün Medine’ye hicret ediyorum, gelsin önüme çıksın diyordu. Fakat onunla birlikte hicret yolculuğuna çıkmaya karar veren Hişam b. As, o kadar şanslı değildi. Akrabaları onun hicret için hazırlandığını görünce onu bir odaya hapsetmişti. Ayyaş b. Rebi ise Hz. Ömer ile birlikte Medine’ye hicret etmişti. Fakat hicretten sonra akrabalarından olan Ebu Cehil gelerek “Annen senin için çok üzülüyor sen geri dönene kadar güneşin altından içeri girmeyecek saçına tarak vurmayacak” dedi. Annesini çok seven Ayyaş bu yalan sözlere dayanamayarak Mekke’ye dönmek için yola çıktı. Medine’yi çıkınca üzerine atlayıp zincire vurdular ve Hişam b. As’ın yanına hapsettiler. Onları Efendimiz (sav) ancak 10 yıl sonra Mekke’nin fethinde kurtarabilmişti.(6) Dinleri uğruna 10 yıl hapis yatan insanlardı onlar.
Ama herkes böyle değildi. Bu ibretlik olaylar yaşanırken bazıları da vardı ki; dünyevi duygularla hareket ediyordu. Sevdiği bir hanımla evlenmek için hicret eden kişiye Ümmü Kays’ın Muhaciri deniyordu. Ümmü Kays’a evlilik teklif etmiş, o da Medine’ye hicret edersen seninle nikahlanırım deyince Medine’ye hicret etmişti.
Sahabe bu sıkıntıları yaşayıp Allah ve Rasulü için hicret edenlerle, diğerleri arasında bir fark olup olmadığını sorduklarında, Efendimiz (sav)’den asırlara ışık tutacak olan şu sözleri işittiler. “Ameller niyetlere göredir. Herkese niyet ettiği şey vardır. Öyleyse kimin hicreti Allah’a ve Resulüne ise, onun hicreti Allah ve Resulünedir. Kimin hicreti de elde edeceği bir dünyalığa veya nikahlanacağı bir kadına ise, onun hicreti de o hicret ettiği şeyedir.”(7)
İstesek de o zamanı yaşama ve o övgülere ulaşma imkanı yok. Hicret artık bitmiştir ama Peygamber Efendimiz (sav), “Müslüman, elinden ve dilinden Müslümanların selamette olduğu (zarar görmediği) kimsedir. Muhacir de Allah’ın yasakladığını terk eden kimsedir. (8) “Tevbe sona ermedikçe hicret sona ermez. Güneş battığı yerden doğmadıkça da tevbe sona ermez.(9) buyurmuştur. Bu gurubun içersine girme, iyi bir Müslüman olma, günahlardan uzaklaşma ve hicret etmek için hala vaktimiz var.
Bu mübarek yolculuğun 1436. yıl dönümünün tüm İslam alemine barış sevgi muhabbet getirmesini temenni ediyor yeni hicri yılınızı şahsım ve Müftülüğümüz adına kutluyorum.
Kafiye Demircan
Bafra Vaizi
(1)Şakir, Mahmut, İslam Tarihi, c. 1, s. 253
(2) Lings, Martin, Hz. Muhammed’in Hayatı, s. 161
(3) Hamidullah, Muhammed, İslam Peygamberi, c. 1, s. 165
(4) Bakara, 2/207
(5) Elmalılı, Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dinin Kur’an Dili, c. 2, s. 65-66
(6)Hamidullah, Muhammed, age, c. 1, s. 166
(7)Buhari, Bed’ü’l-Vahy, 1; Müslim, İmaret, 155
(8) Buhari, İman, 4
(9) Ebu Davud, Cihad, 2