21 Şubat 2021 Cumartesi günü Millet Derneği Samsun Şube yönetimi tarafından hazırlanan sunum ve moderatörlüğünü benim yaptığım ZOOM uygulamasında ki canlı yayında :
Evi ev yapan da toprağı vatan yapan da kadın... Ana kadın, bacı kadın, yâr kadın.
İnsanlığın özü kadın...
Söze böyle başladı konuğum yazar Sayın Sevgi ATAŞ hanımefendi. Türkiye'nin her yerinden yüzlerce izleyecinin de katıldığı programda çok önemli konulara değindi değerli konuğumuz.
Katılımcılar tarafından da ilgi ile izlenen programda sayın ATAŞ Kadın ve Kadının Analık Vasfı konulu sunumunda şunları anlattı.
Evet, konumuz kadını tanımak ve annelik vasfı. Aile hayatının kurulmasında çok önemli sorumluluklar yüklenmiştir kadın. Ayrıca şefkat ve cemal sahibi olarak yuvanın muvazenesini sağladığını da unutmamak gerekir. Dünkü annelerin etkin rolüyle günümüz anneliğin zorluğunu elbette göz ardı etmiyoruz.
Araştırmalara göre kadın beyninde işitme ve dil yetilerinin bulunduğu bölgedeki
hücre sayısı erkeklerden çok daha yüksek olduğu tespit edilmiştir. Daha detaycı, süreçleri bir
arada yürütebilen, sezgileri kuvvetli enteresan beyne sahiptir. Duygu konusunda da potansiyel
yetenekle iletişim esnasında karşısındaki kişinin ses tonuna ve beden diline daha kolay anlam
verebiliyor.
Dolayısıyla idrak, derin anlama; tefekkür, tevekkül etmek, çok gezmek, çok yorumlamak,
münakaşa, münazara etmek bütün bunlar kadınlar için bir arada yapılması mümkün olan
şeylerdir.
Dil mi güzel dilber mi güzel, der atalarımız. Kadının dil zekâsı ve sosyal zekâsı daha
yüksektir. Onun için spikerler, halkla ilişkiler sorumlusu, moda tasarımcısı, strateji uzmanı
gibi birçok meslek alanlarında kadınlar daha başarılıdır.
Küçük dünyamız olan yuvamızda Allah’ın bize emaneti olan çocuklarımızı dikkatle takip
ettiğimizde bunu bariz olarak görürüz. Kız çocukları büyüyüp konuşmaya başladıktan sonra
tatlı dilleriyle kendilerini sevdirirken; erkek çocuklar kanepe tepelerinde oyun oynamak için
zıplayıp dururlar.
Allah, kadına doğuştan zarafet ve incelik bahşetmiş. Bunun yanı sıra merhametli oluşu,
içten ve doğal gülüşü, sadakati, rikkati, dürüstlüğü, iyi kalpli olması, anlayışlı olması da
kadının özelliklerindendir. Bu noktada biyolojik olarak kadınla erkeğin eşit olduğunu
söylemek yanlış olur. Bir elmanın iki yarısı gibi birbirinin tamamlayıcısı diyebiliriz. Kadın,
kadın olduğu için aşağı, erkek de erkek olduğu için üstün değildir. Sadece birbirinden
farklıdırlar.
Kadının da, erkeğin de anası; kadın. Ana olmak tarifsiz bir his... Kadını başkalaştıran bir
tecrübe... Bu şefkat ve özen sadece kendi yetiştirdiği çocuğa değil, tüm çocuklara yetecek
kadar büyük bir potansiyel. Zaten şefkatli olmanın yolu bütün yaratılmışlara sevgi göstermek
değil midir?
Şimdi, Sokrates “Ne pahasına olursa olsun, evlenin. Karınız iyi olursa mutlu olursunuz,
yok fena çıkarsa o zaman da filozof olursunuz.” Diyor ya! Erkekler, bu özel ve güzel kadınları omuzlar üzerinde taşımaya layık gördükçe, adaletle, şefkatle muamele ettikleri sürece
yuvalarında huzurlu olurlar. Dünyanın daha yaşanılır hale gelmesinde kimsenin itiraz etmeyeceği kanaatindeyim.
Analar evlatlarını, sevdiklerini kanatlarının altına alıp koruma ve yaşatma konusunda
mahirler. Aynı zamanda sezgileri güçlüdür. Kilometrelerce uzakta olan evladının hasta
olduğunu ya da başının darda olduğunu hisseder. Memesinin sızlamasıyla, kundaktaki
yavrusunun açıkmış olduğunu da hisseder. Anadır o. Aklı kâmildir.
Tarih boyunca çeşitli toplumlarda farklı statülerde bulunduğunu, anaerkil aile yapısının
geçerli olduğu bazı toplumlarda kutsallaştırıldığını... Bazılarında ise eşit statü ve haklara sahip
olduğunu biliyoruz. Ataerkil toplumlarda ise çoğunlukla erkeğe göre ikinci derecede bir statü
taşıdığını hatta bazı kültürlerde hemen hemen hiçbir hak ve değere sahip olmadığını da genel
bir tespit olarak söyleyebiliriz.
Anaerkil aile tipini savunanlara göre kadın, insan hayatının kaynağı, doğurganlığı ve
verimliliği sebebiyle ilahlaştırılmıştır. Tabiata olan benzerliğinden dolayı tabiatın sembolü
sayılarak verimlilik ilahesi olarak da tasvir edilmiştir. Böylece bereket tanrıçası ve ana tanrıça
kültü oluşmuş. Bizim kültürümüz her ne kadar ataerkil aile yapısına sahip gibi görünse de ben
bunu kabul etmiyorum. Bana göre biz anaerkil bir kültürden geliyoruz.
Çok mu iddialı konuştum...
Dönüp tarihe bir bakalım.
Tarihe adını yazdıran yiğit kadınlardan Hayme Ana... Süleyman Şah Fırat Nehrini
geçerken boğularak öldüğünde kayı boyunun başsız bırakmayan o Türkmen kızı, Anadolu’yu
Türk toprağı yapan Ertuğrul Gazi’nin anası, Türkmen geleneğinin taşıyıcısı, teşkilatının
Hayme bacısı. Tarihe yön veren başat kadınlardandı.
Yolunuz düşer de ziyaret etmek isterseniz Hayme Ananın türbesi Kütahya’nın Domaniç
ilçesine bağlı Çarşamba köyünde bulunmaktadır.
İstanbul’u fetheden Fatih Sultandı... Ancak, şehri hanım sultanlar imar etti; desem yanlış
bir cümle kurmuş olmam. Şöyle bir İstanbul’a gidip gezelim...
Topkapı Surları içinden girelim. Hemen yanı başımızda Haseki Sultan külliyesini görürüz.
Az ilerisinde Vakıf Guraba Hastanesi, Bezmiâlem Valide Sultanın. Yine az ilerde Pertevniyal
Valide Sultanın yaptırmış olduğu camii ve mektebi görürüz... Biraz yukarı çıkınca Hürrem
Sultan hamamı... Az ilerlediğimizde Cevri kalfanın yaptırmış olduğu mektebi... İstanbul’un
üçüncü büyük külliyesini inşa ettiren Nur Banu Sultanın şefkatli ellerini görüyoruz... Şehri
imar edenler gibi nohut oda, bakla sofa evlerini de imar edenler kadındır. Kadın elinin değdiği
her yer mamur olur. Mutluluğun anahtarıdır kadın.
Kadın, evini de eşini de sever. Artı bir de kocasını annelik duygusuyla sever. Kadın
erkeğiyle bütünleşmiş birlikteliği sever; ayrılığı ve parçalanmayı tasvip etmez. Yuvasına bağlı
erdemli varlıktır.
Çok önemli olan annelik konusuna tekrar dönersek... Birçok olgu, duygu, düşüncenin
değiştiği gibi annelik kavramı da değişiyor. Anneliğin çerçevesi değiştiği gibi özünde
hissettirdiği duyguda değişiyor. Annelik algısı bu denli evrilirken bunun tarihsel süreçte
değişen şartlara, hissedilen ihtiyaçlara ve eleştirilen uygulamalara karşı tepki niteliğinde
evrim geçirdiği görülmektedir.
Çünkü bilinen geleneksel analarımızın yaklaşımları artık yeni nesil anneler tarafından
kabul görmezken, eski düzene bir tepki ve önyargı düzeyinde söylemler geliştirilmiştir.
Giderek gelişen teknoloji, bilimsel çalışmalar yeni kuşakların ortaya çıkmasıyla
kuşaklararası iletişimde en önemli sorun olmaktadır. Her bir nesil ya da kuşak bir öncekini
anlamıyor, ya da gelişen yeniliklere uyum sağlayamadığı için oluşan yeni kuşak bireylerle
çatışmaya giriyor. Eğer anne bir önceki kuşakta kaldıysa ve yeni kuşağın özelliklerini
anlamıyor, uyum sağlayamıyorsa işte o zaman ailede büyük çatışmalar yaşanıyor.
Her kuşağın kendine özgü dinamikleri, önem verdiği durumlar, kullandığı dil birbirinden
farklılık gösteriyor. Mesela 1995-2002 arasında doğanlar için “Kaygı Kuşağı” diye bir
sınıflama da yapılmıştır. Bu kuşak: üreticiler, yaratıcılar ve mucitler nesli olarak tanımlanıyor.
Bu zaman diliminde doğanlar, çevresel faktörlerin ve dış̧ dünyanın tehlikelerinin
farkındadırlar. Bu çocukların amacı sadece bir şeyleri satın almak değil, aldıkları o şeyleri
tasarlamak ve yaratmaktır. Bu kuşak önceki kuşaklardan daha endişeli ve benzersiz olma
konusunda daha isteklidir. Ayrıca eşitsizlikten de çok fazla endişe duyuyorlardı.
Sonuç olarak sözlerimi toparlayacak olursam... İnsanın psikolojik doğası gereği kadının
kadın... Erkeğin erkek kimliğiyle sosyal çevreyle yaşaması gerekliliği... Yani... Hayma Ana
gibi ana olup yiğitler yetiştirmek gerekirken... Ya da Nur Banu Sultan gibi kalıcı eserlere
ismimizi kazdırmak için iştiyak göstermemiz gerekirken... “İnternet Çağı”, “Dijital Çağ”,
“Sosyal Medya Çağı”, ”Alfa Çağı” gibi farklı adlarla geldiğimiz nokta zevk kuşağından
robotlaşmış gençlerin vurdumduymaz yaşantısı içler acısı. Dijital çağın kıskacına takılmış,
ecdadından, kültüründen habersiz bir gençliğin yaşantısına üzülerek şahit oluyoruz, diyerek
hissiyatımın da tazyikiyle bu kadar uzun konuşmamdan dolayı, beni sabırla dinleme
nezaketinde bulunduğunuz için hepinize teşekkür ediyorum.
Allah’ım! Bizi elden, ayaktan gözden ve gönülden düşürmesin! Kıyamet günü bizi,
annemizi, babamızı, kardeşlerimizi, evlatlarımızı ve sevdiklerimizi korusun.
Programa katılan izleyecilerin içerisinde bayanlarında katılımın olması programımıza renk kattı. İzleyicilerimizden Tokat'tan Eğitimci Yazar Abdülkadir TÜRK, Gaziantep'ten Av. Ali BAKIM beyler ve Adıyaman'dan Ayşegül BERKAYA hanımın da katkıları ile görüş beyan etmeleri ayrıca renk kattı programa.
Böyle bir programda moderatör olarak bulunmak bana da ayrıca gurur verdi. Bu programa katılan ve mazeretlerinden dolayı katılamayan tüm millet dostlarına bir kez daha teşekkür ediyor, yeni programların da haberini siz değerli okurlarımıza paylaşmayı Allah inşallah bizlere tekrar nasip eder.
Toplumun temel muessesesi aile üzerinde büyük yıkımlar gerçekleştiriliyor. Bu bağlamda aile ve analık konusunu seviyeli bir üslupla işlediğiniz için çok teşekkür ederim.