Bir Öğle Öyküsü..

İhtiyaçlar mı insanları benzer kılıyor, yoksa benzerlikler mi gereksinimleri ortaklaştırıyor, çözemedim.
Bu öğle çayında yeni bir öyküye başlarken aklıma gelen ilk cümle bu oldu.
Elbette öykü hayattan çıkıyor. Yoksa Nisan’ın sonsuz mavi göğünü tarayan gözlerimden değil.
Bir an yola indirdim bakışlarımı, geçiyorlardı “kumrular” sıcak bir sohbetin sokulgan bütünlüğüyle..
İşte benim şimdiki kahramanlarım.. “Hayatları roman” diyemeyiz, çünkü roman ya da öykü yaşanan değil, yazılandır. Hayatın kendisi değil, yeniden yaratımıdır.
Onları epeydir tanırım.
Farklı odalarda otursalar da mesai boyu “yan yana” olurlar, hep konuşarak, bir yerlere doğru yürüyerek, bilgisayarda bir şeylere bakarak
geçerdi zamanları.
Benzerlikleri çoktu, okumak, konuşmak, kurum içi insanları değerlendirmek, uzmanlıklar üzerine tartışmak, aile durumlarından söz etmek..
Gereksinimleri de yakınlaşıyordu, başta arkadaş ve karşı cins olmak üzere, aile dışı sevgileri yaşamak, anlamak, iş ortamı sıkıcılığından uzaklaşmak, varoluş ihtiyacını birbirlerinin sıcaklığında gidermek..

Gereksinimler ile kişilikler ilişkisi üzerine tek bir sayfa okumadım.
Kahveye de ilk gençlik hariç fazla gitmedim.
Niye derseniz, hani der ya Sait Faik; “kahveye gitmeyenin tahsilini yarım sayarım.”
Orada ne derin yaşam tecrübeleri anlatılır, akla gelmedik hikayeler, hiç bir doktora diplomasıyla öğrenilemeyecek dersler..

Bizim ikili gençler geçip gitti bakanlığa doğru ama bendeki sıcaklıkları içimde kabarmaya devam etti, sonra da çeneme ve elime vurup yazıya döküldü..
Belki bir gün biri öykülerini de yazmaya çalışır.

Çayımı bitirip bakanlığa doğru yürürken “yazar portal”ı düşündüm, varınca hemen ilk işim yazmak olsun, dedim.

Kahramanları sadece kafanda kurmak değil, hep yan tarafında görmek de insanın düşüncesini kuvvetlendiriyor.
Düşünce hayattan çıkıyor, ortamlardan besleniyor..
Galiba insanın, görmekten en çok mutluluk duyduğu canlı, yine insan.

İnsan sadece bir canlı beden değil, vazgeçilemez bir sıcaklık da ondan..

YORUM EKLE